Çocukken oynadığınız oyunları hayal edin. Aklınıza neler geldi? Saklambaç, körebe, birdirbir, sek sek, istop, ip atlama, yakan top… Peki, şimdi bir de bu oyunları nerede oynadığınızı düşünün. Fark ettiğiniz gibi bu oyunların hemen hepsi dışarıda; sokakta, bağda, bahçede oynanan oyunlar. Ancak günümüzde sokakta oyun oynayan çocukların sayısı giderek azalıyor. Doğadaki Son Çocuk (Louv, 2010) kitabının yazarı Richard Louv bu durumu şöyle tarif ediyor: “Yeni kuşak için doğa bir gerçeklikten çok bir soyutlamadır.” Louv bu duruma bir isim de vermiş: Doğa Yoksunluğu Sendromu.
Gerçekten de geçmişte doğa, çocukların oyun arkadaşlarından biriydi. Çocukların boş zamanlarının tamamı mahalle aralarında, bahçelerde oyun oynayarak ve doğayı keşfederek geçerdi. Ancak bugün durum böyle mi? Son yirmi yılda çocukların doğayı deneyimleme biçiminde radikal bir değişiklik oldu. Çocuklar, iklim değişikliği ya da yağmur ormanlarındaki biyolojik çeşitlilik kaybı gibi küresel tehditler hakkında daha fazla bilgi ediniyorlar ancak yanı başlarındaki doğadan habersizler. Yaşadıkları kenti hangi türlerle paylaştıklarını, musluklarından akan suyun ve yediklerinin nereden geldiğini, çöplerinin nereye gittiğini, kentlerine gelen göçmen kuşları, bölgelerine özgü ağaç ve ot türlerini bilmiyorlar. Birçok çocuk, -eğer varsa- okulunun bahçesindeki ağaçları tanımadan mezun oluyor.
Peki, doğayı yeniden yaşamımızın bir parçası yapmak bu kadar güç mü gerçekten? Aslında değil! Bu konuda hem ebeveynlerin hem de eğitimcilerin yapabileceği çok şey var. Doğada olmak için mutlaka “vahşi doğa”ya gitmeye gerek yok. Bazen evin yakınındaki ya da okul bahçesindeki tek bir ağaç bile çocuklar için önemli öğrenme deneyimleri sağlayabilir. Çocuklar ağacı merak ederek, beş duyularıyla tanımaya çalışarak, ağacın üzerinde hangi türlerin yaşadığını araştırarak, o ağacı hangi kuşların ziyaret ettiğini gözlemleyerek yaşadıkları kent hakkında çok şey öğrenebilirler. Aileler mümkün olan her fırsatta çocuklarıyla birlikte doğal alanlara gidebilir, çocuklarının merak duygularının doğa tarafından tetiklenmesine izin verebilir. Uzun soluklu araştırmalar doğada eğitim gören çocukların merak duygusunun ve keşif yapma isteğinin beslendiğini, yaratıcılıklarının geliştiğini, daha kolay odaklanabildiklerini ve hem fiziksel hem de duygusal olarak daha sağlıklı olduklarını göstermektedir (Kuo & Taylor, 2004).
Peki ya okullar? Her ne kadar örgün eğitim müfredatı uygulamalı doğa eğitimine pek yer vermese de doğayı eğitimin içine katacak pek çok fırsat oluşturulabilir. Öğrenciler okullarında sunulan yiyeceklerin nereden geldiğini, soğan, domates, elma gibi en çok tüketilen meyve ve sebzelerin nerede yetiştirildiğini, o ürünlerde hangi çiftçilerin emekleri olduğunu araştırabilirler. Hatta o çiftliği ziyaret ederek çiftçilerle söyleşi yapabilirler. Okullarındaki atık suyun nerede arıtıldığına dair bir araştırma yaparak atık su arıtma tesisini ziyaret edebilirler. Doğa/çevre konusu sadece hayat bilgisi ve fen bilgisi derslerini ilgilendiriyormuş gibi görünse de doğa her disiplini barındıran yaşam bilgisi içerir. Öğrenciler matematik derslerini destekleyici olarak evde ne kadar su tükettiklerini hesaplayabilirler ya da yedikleri hamburgerin karbon ayak izini araştırabilirler. Coğrafya ve tarih derslerinde doğanın kültürle olan ayrılmaz ilişkisini sorgulayabilirler. Böylece doğa, çocuklar için sadece televizyondaki belgesellerde izledikleri bir olgu olmaktan çıkıp her an yaşamlarının içinde olan ve kendilerinin de bir parçası olduğu bir gerçeklik hâline gelebilir.
Bizler doğanın üstünde varlıklar değiliz. Bizler doğanın çocuklarıyız. Bütün besinimiz doğadan geliyor. Eğer çocuklarımıza doğanın bizzat kendisi olduklarını deneyimleyecek fırsatlar sunmazsak, çocuklar doğaya bağlanamazlar. Böylece ne doğanın sunduklarını takdir eder ne de uzun vadede doğaya karşı sorumluluk hissederler. Doğanın korunması; çocukların ve gençlerin doğayla olan ilişkilerinin niteliğiyle ve onların doğaya nasıl bağlandıklarıyla ilişkilidir. Bu durumu fark eden birçok sivil toplum kuruluşu öğrencilere ve öğretmenlere yönelik çeşitli doğa eğitimleri düzenliyor. 28 yıldır doğa - kültür - insan arasındaki yaşamsal uyumun savunucusu olan ÇEKÜL Vakfı da doğal ve kültürel mirasın korunup yaşatılabilmesine yönelik eğitim çalışmalarını “ÇEKÜL Bilgi Ağacı” çatısı altında bir araya getirdi. Öğretmenlere ve çocuklara yönelik düzenlenen eğitim programlarını incelemek için ÇEKÜL’ün internet sitesini ziyaret edebilirsiniz: https://www.cekulvakfi.org.tr/proje/ogretmenler-icin
Sözlerimi yine Richard Louv’dan bir alıntıyla sonlandırmak istiyorum. “Tutku bilgisayar oyunlarıyla, CD’lerle gelmez; o kişiseldir. Tutku toprağın kendisinden çocukların çamurlu elleriyle çıkar; çimen lekeli giysi kollarından geçip yüreğe varır. Çevreciliği ve çevreyi korumak istiyorsak, soyu tehlike altında olan bir türü de korumalıyız: Doğada oyun oynayan çocukları.”
Deniz Dinçel
ÇEKÜL Vakfı Eğitim Koordinatörü Deniz Dinçel, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nden mezun oldu. Ankara Üniversitesi, Yaşam Boyu Öğrenme ve Yetişkin Eğitimi Bölümü’nde doktora çalışmasına devam ederken bir yandan ÇEKÜL Vakfında Bilgi Ağacı Eğitim Birimi Koordinatörü olarak görev yapmaktadır.
Kaynakça:
Louv, R. (2010). Doğadaki Son Çocuk. Ankara: TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları
Kuo, F. E., & Taylor, A. F. (2004). “A Potential Natural Treatment for Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder: Evidence from a National Study. American Journal of Public Health, 94, (9).